28 Aralık 2012 Cuma



"Korkuyorum - aynı şeyleri yeniden yaşamak istemiyorum" dedin: 
Önceden başkaları ile birlikte yaşadıkların vardı tabii ki anılarında:
onlar, şimdi, yaşamaya girişme durumunda olduğun "yeni"ye, sanki, bulaşan, "eski"lerdi.
Oysa ilişki, ne kadar uzun sürmüş olursa olsun, sanki hep "yepyeni" olmak zorundadır: Yeniliğini yitirip bir kez eskilerin yinelenmesi haline girerse, hiçbir şeye de yaramaz duruma düşer.

Oruç Aruoba

2 Kasım 2012 Cuma


B İ Z :
‘aşkkırımdı bize dayatılan;
belki de birbirimize yaptığımız, ya da yapamadıklarımızdı…’


hoyratça aransa üstümüz
sinsice eşelense cebimiz
hiçbir şey çıkmazdı; birbirimizden başka!
ne ihanete, ne sadakate
bulamazlardı bir kanıt;
biz birbirimize görünür
birbirimize kokardık…

sadece birbirimizin günahlarını bağışlayabilirdik
birbirimizi aldatabilirdik ancak.
bir Allahın kulu yoktu
lafı döndürüp dolaştırıp bize getirmek istediğimizde
bıkıp usanmadan birbirimizi anlatırdık birbirimize...
bu kadar yalnızdık yani;
aşkın iki kişilik kalabalığı bile yetmiyordu
yalandan da olsa
biz de şahitlenmek isterdik diğerleri gibi;
belki bunun için taksi şoförlerini seviyorduk
ve bizim olmayan şehirleri.
hep başkalarının baharını yaşadık
başkalarının güneşinde ısındık
yabancı yağmurlardı üstümüzde kuruyan
onların yollarında öpüştük: her zaman.
kendimizinkiler yasaktı bize
yasak olmayanlarsa, imkânsız…
şüpheye düşüyorduk sık sık
yaşıyor muyduk; yoksa bir düş müydü her şey?..
sırf bu yüzden
ıssız sokaklarda karşımıza elektrik direklerini alıp
güle oynaya koşuyorduk el ele: bizden size kim düşe!
hiç bilemedik;
içinden geçmek mi
takılmak mı iyiydi, direğe?..

mutlu tebessümlerle çerçevelenerek
kristal camlı büfe üstüne yerleştirilen ajurlu hayatımızda
hiç yaşanmaması gereken edepsiz bir an’dık, kimilerince.
ilk ve son ibadetiydik birbirimizin;
fon kağıdından kırpma fırfırlı sadakatlerin ardında
hafifmeşrep meleğin sofu şeytanın koynuna girdiği
çanak çömleklerin çarnaçar çatladığı bir mezhebin
cehenneminden kovulduk!
ilk aşkların kanıyla kaleme aldık
birbirimizin vahiylerini,
sıradan rastlantıları bile maharetle anlamlandırırken
küstahça haddimizi aştık:
biz birbirimizi, birbirimiz için yarattık!..

gözü bağlı kâşifiydik tenimizin;
bilmeden anakara olduğunun
keşfedilmemiş hazadalarına çıktık birbirimizin.
mucittik: bir ihtimalden bir ömür biçtik
o güne dek kimsenin görmediği çizgileri
bilmediği benleri bulduk
gecelerce öz’lüm orucuna yatan ruhlarımızda.
bizimdi;
farklı kıyılarda ayın aynı ışıltılı patikasından yürüyen
geveze suskular…

her şey doğru; ya da zararsız
herkes iyi; ya da katlanılabilir olmuştu gözümüzde
bizi hiçe sayıp
bedenlerimizi devre mülk gibi kullanırken aşk
farkında olmadan dönüşüyorduk ilk suretimize.
en çalışkan tembelliğiydik birbirimizin;
olanlarsa, aşkın dâhiyane bir provokasyonuydu hayata.
anaşırı işlenen düşünce suçuyduk;
firar ettiğimiz her gece, yaka paça yakalanarak
ütüsü bozulmamış işlemeli saten yataklarda
geçiyorduk işkenceden.

yıllardır beklenen büyük patlamanın
oradan geçen iki utkulu kurbanıydık belki de…
bir insanın giyebileceği en ağır hükümdü: hasretimiz
aldığımız nefesin ancak binde birini veriyorduk yüzümüze
geri kalanı çağrışım işçiliğiydi gıyabımızda…
birbirimizi güzelliyorduk;
çocukken sona bırakılan yemin masumiyetinde:
‘anam babam ölsün ki,
hiç kimse seni, benim kadar sevmedi…’

birbirimizin muammasıydık;
ne yazık ki
mutluluk ve mutsuzlukların
eklemlenmesiyle oluşuyordu hayat;
belki de her şeyden çok
Tanrıya inat
ölümsüzlüğüydük birbirimizin;
ve ikimiz de biliyorduk ki
sadece biz...
biz öldürebilirdik hunharca birbirimizi!
Hakan İŞCEN



19 Eylül 2012 Çarşamba


BİR ZAMANLAR GENÇ OLDUĞUNA İNANMAK ÖYLE ZOR Kİ ANNEM.
Sandıktan yamalı bohçalarını çıkardıkça anlıyorum seni.Ne kadar da özenle hazırlamış annen çeyizini anne.Şimdilerde kutsal sayılmayan evliliği kutsamak sandıkta ve göz nuru verilen emekten başladığını anlıyorum..
Şimdilerde hepimiz artık usandık evlilik sözcüğünün basitliğinden.Size yetişmemiz zor bizim kusurlarımız o kadar fazla ki.Tüketiyoruz tüketiyor anlayacağın cancağızım yok etmek üzerine kurulu bizim sistemimiz.
Yabancılaştık sizin değerlerinize ve örf diye kendinize sığındığınız ve mutlu olduğunuz kapıları yıktık önce.Şimdilerde sandık yok çeyizlerde.Bavulla doldur çık babaevinden git sevgilinin evine eş kapısı olsun  sana ev.Hayatımız gibi sevgilerimizde göçebe.Elimizde bavulumuz ve kalbimiz heran hazır gitmeye ve kalmaya.Kaç gün yada kaç ay belli değil.Artık ömür cümlesi sadece giden yıllara bakılınca söyleniyor.Yaşlandık ve geçti ömür anne…
Kızımız olmadığı gibi bizden sonra bakılacak sandıkta kalmadı.Seninle birlikte o da mazi oldu bize…

Bazen öyle söylemlerle duygularını ifade edemezsin. Boğulmuş gibi olursun,sadece hissediyorum dersin, gerçek aşk dediğin sadece ihtiyacın olandadır.Her şeydedir,bu duyulmamış olanı  duymak, görünmeyeni görmek  ve ruhunun aydınlanlığı gibi kuvvet verir, o aşk sana her şeyi ve herkesi öğretir.herkes için daha fazla sevgi ve tüm iyiyi ve kötüyü demeden kucaklarsınız aşkı sadece aşkı.Sadece kendi ruhunuza minnetle bakmanızı sağlar…

18 Eylül 2012 Salı


Yabancı yere gelmişliğin garip tedirginliği yüzüne yansıyordu.Bir yerler den  tanıdık bir sima arıyordu  sanki, el sallayan bir kadın görse işte ben geldim diyecek kadar masumdu adımları.
Rıhtımdan ilerleyen adımları karşısındaki masada daha kendini  bulacağı hissine kapılmasına sebep  oldu.

Sessiz sakindi masadaki  duruşu
Kahve fincanı ve kitabın yarenliğine izin vardı
Çocukluktan kalma çikolata ile ısıttı yüreğini
Rüzgarın sesini  ve kedinin mırıltısını duyumsuyordu kulaklarında
Yalnızlığına eşlik etmelerine izin verdi
Hadi buyurun der gibi göz göze geldiler
Bir sen anlat, bir ben
Kalplerimize dönelim sessizce
Kalkarken bir gülümseme yerleşti yüzüne
Anılarına selam çakarak sessiz adımlarla
Geldiği istikamete rıhtımdan vapura ulaştı.
Yüreği daha sıcaktı geldiği andan
Farkında bile değildi anı biriktirmişti
Kocaman gülümsüyordu …

13 Eylül 2012 Perşembe

Sokaklarda prangalar sana ruhumu bağışlıyorum
Fahişe bakışlı sevgili birilerine
Sunarken yüreğinin can kesiklerini
İyileştirmek katran mezelerde
Sızmak oldu bilmediğin vücutlarda....
Çocuklar korkuyla uyandığında ben yanındayım der ve öperiz bizi hissetsin güvende olduğunu bilsin diye.

Biz korktuğumuzda ve kararlar vermemiz gerektiğinde canımızdan can giderken yanındayım sözüne inanır mı umudunu kaybeden koca çınar???

Masallara ve bir dokunuşa çocukken inanmak daha da basit oluyor. Büyüdükçe ve canımızdan canlar gittiğinde ve umutlara tutunamaz olduğunda sonun çok yakın olduğunu bilerek avutmaz oluyor ne masallar ne de yüreğimiz...

Koca çınar birden yerle bir oluyor sadece izlerken...

28.11.2010

Kıymetlim

Adamla kadın ayrıldı.
Biriktirdikleri duygularıydı
para etmediği için mal paylaşımına giremediler.
Ayrılıktan adama doğmamış bir çocuk,
kadına düşleri kaldı.
Adam doğmamış çocuğundan düşler yaratabilir mi
bilinmez,
ama kadın düşlerinden çocuklar doğurdu...


Yas

Ölüm evi mahrem yeridir.
Ruh ve bedenden duvarlara,
Vuran kan parçası gibi sır saklar.
Kişilere çarpar ve sadece;
Ortaya düşen yangından kurtulan,
Eski, parçalara ayrılmış hazin bir öyküdür. 


Bir otel odası yalnızlığındayım. Kapılarımı kimselere açamıyorum. Bir ses geliyor merdivenden beni de al içeri diye. 

Duyduğum sadece nisyan duygusuna eşlik ediyor. Elimin ayası gibi sadece bana sıcak bir yara izi… 

Pencereden bakıyorum gelen vapurda seni görmek için ama gördüğümle bana yürüyerek gelen beden aynı değil. Ruhunu başka kapılarda bırakmış kendine yabancı arayışta… 

Gök semaya bakıyor dünyaya kendini tanıtmak ister gibi elinde kalbini taşıyor elinde atıyor yüreği bıraksa düşecek… 

Cam kenarında bir çığlık kurtar beni diyor ruhumu sarnıçlardan çıkar ve bana bağışla…Yabancıyım kendime bile… 

Yeniden doğur beni annesiz olarak sadece yeniden doğur bana önce ses ver her şeyden önce çığlık ver ki nefesim sessiz kalmasın… 

Artık ıssız adalarda yaşamak değil mezelerde ki gibi herkesin dilinde olmak istiyorum. Masa masa gezip beni görmelerini bir yosmanın arsızlığında şen kahkahalar atarak yalnızlığıma eşlik etmelerini ve bana bakarak işte hayat dediğin bu kadının kırmızı rujunda desinler… 

Hiç kimse bilmesin benim bir erkek olduğumu kadın ruhuma sığdırdığım hayatı iki dünyada bir giz içinde yaşadığımı… 



Yabancı yere gelmişliğin garip tedirginliği yüzüne yansıyordu. Bir yerlerden tanıdık bir sima arıyordu sanki, el sallayan bir kadın görse işte ben geldim diyecek kadar masumdu adımları.

Rıhtımdan ilerleyen adımları karşısındaki masada daha kendini bulacağı hissine kapılmasına sebep  oldu.

Sessiz sakindi masadaki duruşu

Kahve fincanı ve kitabın ya enliğine izin vardı

Çocukluktan kalma çikolata ile ısıttı yüreğini

Rüzgarın sesini  ve kedinin mırıltısını duyumsuyordu kulaklarında

Yalnızlığına eşlik etmelerine izin verdi

Hadi buyurun der gibi göz göze geldiler

Bir sen anlat, bir ben

Kalplerimize dönelim sessizce

Kalkarken bir gülümseme yerleşti yüzüne

Anılarına selam çakarak sessiz adımlarla

Geldiği istikamete rıhtımdan vapura ulaştı.

Yüreği daha sıcaktı geldiği andan

Farkında bile değildi anı biriktirmişti

Kocaman gülümsüyordu …


Düşsel

Senli rüyalar mekanlar yaşıyorum, geliyorsun dokunuyor gidiyorsun.
Bekle diyorsun bekle.
Hep aynı rüyalara uyanıyorum. Dokunuyorsun ve sadece sarılıyorsun.
Birden kalkıyorum sana özlemler çekerek. Her yerde her şekilde seste seni arıyorum.
Yüreğine dokunuyorum gelip, yüreğime dokunuyorsun ama
Gelmiyorsun.

12 Eylül 2012 Çarşamba


Denizin ruhu yüreğime kattığım.Sessiz ve sakin sus zamanlarında.Ruhunun dehlizlerinde gezsem dip olsam ve orda kalsam diyorum.Sonra sen olsan damarlarımda atan bir ince sızı gibi kan sıcaklığında yaşayacağıma dair bir his yaratsan.Ben yeniden sen olsam damarlarında ki kana karışsam ruhuna sığınsam.Bir haz gibi duvarlarında asılı kalsam.Kokunu bıraksan sadece içime çekip hadi özlediğin sığınakta kal, ben senin nefesin olurum sadece uyu ve uyan güvende ruhun ruhuma desen diyorum.

Uyanıyorum uyanıyorum sadece seni hatırlıyorum denizin çeşit ve ahenkli sularında rastladığım her canlıda senden izlerle.hayata yeniden dalıyorum tuzlu ve yosun kokulu bedenimle.Güz kokusunu da esintiyi sevdiğimi hatırlayarak…Girdiğin gizlerden seni bularak….



11 Eylül 2012 Salı


Cümleler kusuyorum kalemim katran renge bulanmasın diye.Sirayet eden hasret türkülerine inat.Zaman diyor uzaklardan gelen bir sesle elini yüreğine koy ve gözlerini kapat.Bir ses duyacaksın benden hariç  kendi kulakların bile yabancılayacak. Sessizliğini koru ve dinle, ritimlere uyum sağla şirazesi bozuktur kelimelerin duy ve istediği yere sese ulaş.


Yüreğini yüreğime emanet et ve git dedi ritimli ses.Yolun açık senin gitme zamanın geldi saki gibi yol al.Kimselere haber vermeden patikalarda yürü çıplak ayak.Seni karşılayan yolcular olacaktır.Sadece yönünü değiştir ve onların gittiği yerden sen bana doğru gel.Burda emanetlere çok iyi bakıyorlar geldikleri yerde insanlar onlara dokunamasın diye.Kulağının duyduğu sesle yüreğinin işittiği ses aynı olmayacak unutma.Kendini yerden yüksekte gibi bırak güvenli kollara.

Tutunmak güvendir dedi emaneti alan ruh.Birbirimize yoldaş olacaksak yüreğini ruhuna emanet et ve benimle sessiz sadece duyduğun iç sesinle yürü.Konuşma ki kendin olan benliğini bulup yolun sonuna geldiğinde kendine kavuşmanın sevincini yaşayasın dedi.Benlikten çok ötede olan hiçlik.