2 Kasım 2012 Cuma


B İ Z :
‘aşkkırımdı bize dayatılan;
belki de birbirimize yaptığımız, ya da yapamadıklarımızdı…’


hoyratça aransa üstümüz
sinsice eşelense cebimiz
hiçbir şey çıkmazdı; birbirimizden başka!
ne ihanete, ne sadakate
bulamazlardı bir kanıt;
biz birbirimize görünür
birbirimize kokardık…

sadece birbirimizin günahlarını bağışlayabilirdik
birbirimizi aldatabilirdik ancak.
bir Allahın kulu yoktu
lafı döndürüp dolaştırıp bize getirmek istediğimizde
bıkıp usanmadan birbirimizi anlatırdık birbirimize...
bu kadar yalnızdık yani;
aşkın iki kişilik kalabalığı bile yetmiyordu
yalandan da olsa
biz de şahitlenmek isterdik diğerleri gibi;
belki bunun için taksi şoförlerini seviyorduk
ve bizim olmayan şehirleri.
hep başkalarının baharını yaşadık
başkalarının güneşinde ısındık
yabancı yağmurlardı üstümüzde kuruyan
onların yollarında öpüştük: her zaman.
kendimizinkiler yasaktı bize
yasak olmayanlarsa, imkânsız…
şüpheye düşüyorduk sık sık
yaşıyor muyduk; yoksa bir düş müydü her şey?..
sırf bu yüzden
ıssız sokaklarda karşımıza elektrik direklerini alıp
güle oynaya koşuyorduk el ele: bizden size kim düşe!
hiç bilemedik;
içinden geçmek mi
takılmak mı iyiydi, direğe?..

mutlu tebessümlerle çerçevelenerek
kristal camlı büfe üstüne yerleştirilen ajurlu hayatımızda
hiç yaşanmaması gereken edepsiz bir an’dık, kimilerince.
ilk ve son ibadetiydik birbirimizin;
fon kağıdından kırpma fırfırlı sadakatlerin ardında
hafifmeşrep meleğin sofu şeytanın koynuna girdiği
çanak çömleklerin çarnaçar çatladığı bir mezhebin
cehenneminden kovulduk!
ilk aşkların kanıyla kaleme aldık
birbirimizin vahiylerini,
sıradan rastlantıları bile maharetle anlamlandırırken
küstahça haddimizi aştık:
biz birbirimizi, birbirimiz için yarattık!..

gözü bağlı kâşifiydik tenimizin;
bilmeden anakara olduğunun
keşfedilmemiş hazadalarına çıktık birbirimizin.
mucittik: bir ihtimalden bir ömür biçtik
o güne dek kimsenin görmediği çizgileri
bilmediği benleri bulduk
gecelerce öz’lüm orucuna yatan ruhlarımızda.
bizimdi;
farklı kıyılarda ayın aynı ışıltılı patikasından yürüyen
geveze suskular…

her şey doğru; ya da zararsız
herkes iyi; ya da katlanılabilir olmuştu gözümüzde
bizi hiçe sayıp
bedenlerimizi devre mülk gibi kullanırken aşk
farkında olmadan dönüşüyorduk ilk suretimize.
en çalışkan tembelliğiydik birbirimizin;
olanlarsa, aşkın dâhiyane bir provokasyonuydu hayata.
anaşırı işlenen düşünce suçuyduk;
firar ettiğimiz her gece, yaka paça yakalanarak
ütüsü bozulmamış işlemeli saten yataklarda
geçiyorduk işkenceden.

yıllardır beklenen büyük patlamanın
oradan geçen iki utkulu kurbanıydık belki de…
bir insanın giyebileceği en ağır hükümdü: hasretimiz
aldığımız nefesin ancak binde birini veriyorduk yüzümüze
geri kalanı çağrışım işçiliğiydi gıyabımızda…
birbirimizi güzelliyorduk;
çocukken sona bırakılan yemin masumiyetinde:
‘anam babam ölsün ki,
hiç kimse seni, benim kadar sevmedi…’

birbirimizin muammasıydık;
ne yazık ki
mutluluk ve mutsuzlukların
eklemlenmesiyle oluşuyordu hayat;
belki de her şeyden çok
Tanrıya inat
ölümsüzlüğüydük birbirimizin;
ve ikimiz de biliyorduk ki
sadece biz...
biz öldürebilirdik hunharca birbirimizi!
Hakan İŞCEN